Karanlık Mod
05-11-2025
Logo
Fetva: 3 – Davet Ahlakı ve Cihat Ahlakı Arasındaki fark
   
 
 
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla  
 

Soru:

Saygıdeğer hocam Muhammed Ratıb en-Nablusi,
Efendim, davet ahlakı ile cihat ahlakı arasındaki fark hakkındaki değerli görüşlerinizi nerde bulabilirim?

Allah sizden razı olsun.

Cevap:

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla, Salât ve Selam dürüst ve sözünün eri olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’in üzerine olsun. Şöyle ki;
Kıymetli kardeşim,
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Sorunuzun cevabı şu şekildedir: 
Size Allah’a davet yani tebliğ usulü ile ilgili şöyle bilgi vereyim.

İlk kural: Davetten önce örnek olmak…
Rasulullah (s.a.v.) ibadet eden bir kul, eşsiz bir komutandı. Çer çöp olmuş bir toplumdan ümmet inşa etti. O planlar yapan, ordu yöneten bir savaşçıydı. Şefkatli bir baba ve eşti. Evliliğinde sevgiyi, merhameti, sükuneti ve huzuru inşa etmişti. O yakın bir dosttu, cömertti. Komşularının dertleriyle ilgilenen bir komşuydu. Ruhu halkının duygularıyla dolu olan bir hükümdardı. Şefkati öyle çoktu ki halkı onun için kendisini feda edebilirdi. Tüm bunların yanında yeryüzünün tanık olduğu en büyük çağrıya, insanın var oluş amacını gerçekleştiren o davete muhatap olmuştu. Bu davet O’nun tüm varlığına işlemişti. İnsanlar Resul-i Ekrem’i tüm bu asil özellikleri üzerinde toplamış bir peygamber olarak gördüler ve tüm bu ilkelere inandılar. Onlar Efendimizi bir örnek olarak gördüler, gördüklerini toplu bir kitapta okumadılar aksine hareket eden bir insanda bunlara şahit oldular. Kalpleri bunlarla harekete geçti, hisleri bunlarla doldu ve tüm güçleri ile Rasulullah (s.a.v.)’in anılarını aktarmaya çalıştılar. O (s.a.v.), uzun insanlık tarihindeki en büyük rol modeldi. Güzel sözlerinin de önünde kişisel üslubu ve davranışlarıyla bir rehber ve eğitimciydi.
Çünkü rol model olmak eğitimin en önemli aracıdır. Çünkü lüks ve savurgan bir kimsenin kemer sıkma ve züht hayatına çağırması çok boş bir davettir. Yine yalancı birinin dürüstlüğe davet etmesi çok komiktir. Sapkın bir insanın istikamete çağırması utanç verici bir çağrıdır. Bu nedenle Rasulullah (s.a.v.)’in tavırları, şemaili, erdemleri, güzel ahlakı çok güzel bir örnektir, üsve-i hasenedir, örnek alınacak şeylerdir. Bunlar pasif bir hayranlık veya soyut bir tefekkür değildir. Ancak onları kendi içimizde, her birimizin elinden geldiğinde uygulayabileceğimiz şeylerdir. 
Rasulullah (s.a.v)’in Muaz (r.a)’a tavsiyesi şöyle nakledilir:

(( يا معاذ أوصيك بتقوى الله، وصدق الحديث، والوفاء بالعهد، وأداء الأمانة، وترك الخيانة، وحفظ الجار، ورحمة اليتيم، ولين الكلام، وبذل السلام، وحسن العمل، وقصر الأمل، ولزوم الإيمان، والتفقه في القرآن، وحب الآخرة والجزع من الحساب، وخفض الجناح، وأنهاك أن تَسُبَّ حكيمــــاً، أو تكذب صادقاً، أو تُطيع آثماً، أو تعصي إماماً عادلاً، أو تُفسد أرضاً.. وأوصيك باتقــاء الله عند كل حجر، وشجر، ومدر، وأن تُحدث لكل ذنب توبة، السر بالسر، والعلانية بالعلانية ))

[ أخرجه البيهقي في كتاب الزهد ]

Ey Muaz, sana Allah’a karşı takva sahibi olmanı, doğru söylemeni, sözünde durmanı, emanete riayet etmeni, hıyanetten kaçınmanı, komşunu gözetmeni, yetime karşı merhametli olmanı, güzel ve yumuşak konuşmanı, barış için çabalamanı, iyi amel işlemeni, çok beklentiden kaçınmanı, imana bağlanmanı, Kuran’ı anlamanı, ahireti sevmeni, hesaptan korkmanı, kanatlarını germeni tavsiye ediyorum. Ve seni hâkim bir insana sövmekten, dürüst birine yalan söylemekten, günahkâr birine itaat etmekten, adil imama isyan etmekten ya da yeryüzünde fesat çıkarmaktan da men ediyorum. Her taşın, her ağacın yanında Allah'ı zikret. İşlediğin kötü bir işten dolayı da gizlisine gizlice, açığına da açıkça tövbe et.”  

[ Beyhaki Zühd isimli kitabında zikretmiştir ]

Kişi tıpta, fende veya mühendislikte bu bilimleri öğrenen kişilerden pratik bir sınırlama gerektirmeksizin büyük bir ilim adamı, uzman olabilir. Dini bilgi dışında hiçbir şey onun özel hayatında kendi heva ve heveslerine uyması bu hakikati bozamaz. Samimi, dindar bir kimseyseniz ya da ilim adamı, davetçiyseniz davet ettiğiniz insanlar için çok güzel bir rol model olmalısınız. Yoksa kimse sizi dinlemez. Allah’ın dinini en iyi bilen, en bilgili kişi bile olsanız davranışlarınız, amelleriniz dinin kurallarına uygun olmadıkça kimse size hak ettiğiniz saygıyı göstermeyecektir. 
Umman Kralı Rasulullah (s.a.v.) ile karşılaştığında şöyle demişti: “Vallahi bu ümmi peygambere beni sevk eden şey şu, O (s.a.v.) emrettiği her şeyi ilk yapan, yasakladığı şeyi de ilk terk edendir. Galip geldiğinde kibirlenmez, mağlup olduğunda da vazgeçip huzur bozmaz. Vaadine sadıktır, sözünü yerine getirir.”
Müslüman olmuş batılı siyer kitabı yazarlarından biri şöyle diyor: “Muhammed (s.a.v.) kraldı, politikacıydı, savaşçıydı, komutandı, kanun koyucuydu, kadıydı, bir fatih ve muhacirdi. İnsanlara öğrettiği tüm kuralları kendisi de uygulardı. Kuran’da Rasulullah (s.a.v.)’in uygulamadığı hiçbir hüküm ya da emir bulamazsınız. İnsanları söz ile davet ettiği her şeyi kendisi de fiili olarak yerine getirirdi. Mesela kişi kendisine en şiddetli kötülük yapılan bir düşmanı olduğunda affedici olur. Sonra çark döner ve onun pençesine düşer. İş bu kişinin merhametine kalır. Sonra intikam alabilecek güce sahip olur, o zaman onu affeder.” Sonra da yazar diyor ki: “Rasulullah (s.a.v.)’in Mekke’ye zafer kazanmış bir kimse olarak girişini düşünün. Arap yarımadası ayakları altına serilmişti. Mekke onun merhameti altında düşmanların kalesiydi artık. İsteseydi dün en büyük düşmanları olan, kendisiyle alay eden, zulmeden ve onu küçümseyen düşmanlarının başlarını kesebilirdi. Eğer günahlarından dolayı onları cezalandırsaydı haklıydı ve kimse de onu kınamazdı. Affetme erdemi tarihte ya da hiçbir dinde Rasulullah (s.a.v.) gelene kadar tam anlamıyla ortaya konmamıştır. O olmasaydı bu erdem sonsuza kadar etkisiz bir eylem olarak kalırdı.

İkinci Kural: Beyandan önce ihsanda bulunmak…
Rasulullah (s.a.v.) bize koruyucu olmadan önce merhametli olmayı öğretmiştir. Merhamet etmeyene merhamet edilmez. 

﴾ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ (107) ﴿

[ سورة الأنبياء ]

“Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik.”  

[ Enbiya Suresi: 107 ]

Ruhlar kendilerine iyilik yapanları sevmek ve kendilerine kötülük yapanlardan nefret etmek üzerine yaratılmıştır. Efendimiz merhameti ve şefkati, inceliği ile kalplerin kilidini açmıştır. Ta ki katı kalpler yumuşayıncaya, isyankâr organlar düzelinceye kadar… Efendimiz buyuruyor ki:

(( إنما بُعثت بمدارات الناس ))

 “Ben insanlara hoşgörülü ve nezaketle davranmak üzere gönderildim.”  

“Hoşgörülü davranmak fiiline eklenen “ب” harf-i ceri istiane yani yardım isteme anlamı taşır. Yani Rasulullah (s.a.v.) insanlara hoşgörülü davranarak onların hidayeti için yardım istiyordu. “Mudarat (hoşgörülü davranmak)” ile “mudahene (dalkavukluk)” farklı şeylerdir. Mudarat din için dünyayı feda etmektir ama mudahene dünya için dini feda etmektir. 
Rasulullah (s.a.v.) Necid bölgesine bir atlı birliği gönderdi. Beni Hanife kabilesinden Sümame b. Üsal adında bir adam getirdiler. Sümame Rasulullah (s.a.v.) ve ashabına en şiddetli eziyet edenlerdendi. Bu yüzden Sümame’yi mescidin direklerinden birine bağladılar. Efendimiz yanına gitti ve şöyle dedi: “Neyin var Sümame?” Sümame şöyle cevap verdi: "içimde hayır ümidi var. Eğer öldürürsen sizden bazılarının kanını akıtmış birini öldürmüş olursun... Eğer affedip, beni bağışlarsan, size teşekkür edecek birine ihsan etmiş olursun... Eğer benden kurtuluş fidyesi olarak para ve mal istersen sana dilediğin kadar veririm." Sevgili Peygamberimiz onu birkaç gün kendi haline bıraktı. Ertesi gün yine “neyin var ey Sümame?” dedi. O da “sana söylediğim gibi, beni bağışlarsan, size teşekkür edecek birine ihsan etmiş olursun” diye cevap verdi. Efendimiz ertesi güne kadar yine onu bıraktı ve yine “neyin var Sümame?” diye sordu. O da aynı cevabı verdi. Bunun üzerine Fahr-i Kainat (s.a.v) Efendimiz: "Artık Sümame'yi salıveriniz." buyurdu. Sümame mescidin yakınındaki hurmalığa gidip yıkandı ve mescide girerek kelime-i şehadet getirdi. Dedi ki: “Ey Muhammed Allah’a yemin ederim ki yeryüzünde senden daha nefret ettiğim insan yoktu. Ama şimdi senin yüzün bana dünyadaki en sevimli yüz oldu. Vallahi senin dininden daha çok nefret ettiğim bir din yoktu. Ama şimdi senin dinin bana en sevimli din oldu.” Vallahi senin ülkenden daha çok nefret ettiğim bir ülke yoktu. Ama şimdi senin ülken bana en sevimli yer oldu. Atlılarınız beni aldı ve ben umre yapmak istiyorum. Ne dersin?” Allah Resulü de ona müjde verdi ve umre yapmasını emretti. Mekke’ye vardığında ona “kafayı mı yedin?” dediler. O da şöyle cevap verdi: 

(( لا والله، ولكن أسلمت مع محمد رسول الله صلى الله عليه وسلم، ولا والله لا يأتيكم من اليمامة حبة حنطة حتى يأذن فيها النبي صلى الله عليه وسلم ))

[ أخرجه الإمام البخاري 8/68-69 في المغازي ]

“Vallahi hayır. Ben Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte Müslüman oldum. Allah’a yemin ederim ki, Peygamberimiz izin vermedikçe Yemâme’den size tek bir buğday tanesi gelmeyecektir.” 

[ İmam Buhari, Megazi: 8/68-69 ]

Bu bir tür ekonomik kuşatmadır.

Üçüncü Kural: Korkutmadan önce teşvik etmek
Rasulullah (s.a.v.) bize tebliğ yaparken korkutmadan önce teşvik etmeyi, uyarmadan önce müjdelemeyi, riyadan sakındırmadan önce ihlası sevdirmeyi, ilmi inkar etmek ve gizlemekten önce onu talep etmeyi, namazı terk ettiğinde ve geciktirdiğinde ne olacağı ile ilgili korkutmadan önce onu vaktinde kılmayı sevdirmeyi öğretmiştir. Çünkü teşvik edici bir yöntem korkutma yönteminden çok daha faydalı ve etkili bir yöntemdir. Bu Peygamber Efendimizin tavrından ve Müslüman olduğunda Adiy b. Hatem ile yaptığı konuşmadan açıkça anlaşılmaktadır. 
Adiy b. Hatem et-Tai kendi rivayetinde şöyle anlatıyor: Allah Resulü anıldığında Araplar içerisinde ondan benden daha fazla nefret eden biri yoktu. Ben kavmim arasında bir liderdim, hükümdardım, onunla karşılaştım ve bana şöyle dedi: “Belki de ey Adiy seni bu dine girmekten alıkoyan şey Müslümanların ihtiyaç sahibi olduklarını görmektir. (Yani fakir olmalarıdır) Allah’a yemin ederim ki, zenginlikleri öyle artacak ki, onları alabilecek kimse kalmayacak. Belki de seni Müslüman olmaktan alıkoyan şey Müslümanların sayılarının az, düşmanlarının çok olmasıdır. Siz diyorsunuz ki: ‘ona ancak güçsüz ve zayıflar tabi olur.’ Ama Allah’a yemin ederim ki, yakında bir kadının devesi üzerinde Kadisiye’den çıkıp Allah’tan başka kimseden korkmadan Kabe’yi ziyaret etmeye geldiğini duyacaksın. Belki de seni bu dine uymaktan alıkoyan şey, hüküm ve otoritenin müminlerden başkasında olmasıdır. Allah’a yemin ederim ki, yakında Babil topraklarındaki beyaz sarayların onlar tarafından fethedildiğini göreceksin.” Adiy diyor ki: “Ben bunları duyunca Müslüman oldum.”

Dördüncü kural: Zorlaştırmamak, kolaylaştırmak…
Rasulullah (s.a.v.) bize zorlaştırmamayı, kolaylaştırmayı öğretmiştir. Nefret ettirmeyip müjdelemeyi öğretmiştir. Efendimiz (s.a.v.)’den şöyle nakledilir: 

(( يسروا ولا تعسروا، وبشروا ولا تنفروا ))

[ رواه البخاري ]

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” 

[ Buhari ]

İmam Nevevi (Allah ona rahmet etsin) diyor ki: “Efendimiz bu hadiste sadece ‘kolaylaştırınız’ buyursaydı bir şeyi bir kez kolaylaştırıp çok kez zorlaştıranlar için bu doğru olurdu. Ama 

(( ولا تعسِّروا ))

“Zorlaştırmayın”  

buyurduğunda,
Biz her durumda işleri zorlaştırmaktan da kaçınırız. İbn Mesud buyuruyor ki: “Rasulullah (s.a.v.) bize bazı günlerde vaaz ve öğütte bulunurdu ki, her gün olup da ondan usanmayalım.”
Yani öğüt ve nasihatten sıkılmayalım diye bize ara ara nasihatte bulunurdu. Rasulullah (s.a.v.) insanlara iman yolunda devam edebilmeleri için kendilerine taşıyabileceklerinden fazlasını yüklemeyi yasaklamıştır. Resulullah’ın yolundan giden bir davetçi kendi için azimeti uygulasa da insanlara ruhsatı uygulamaları konusunda müsamaha gösterir. Bunu onların yükünü hafifletmek ve onlara kolaylık sağlamak için yapar. Enes (r.a.)’dan nakledildiğine göre, Efendimiz (s.a.v.) iki oğlunun yaşlı bir adama yardım ettiğini gördü. Ve “bu adama ne oluyor?” diye sordu. “Yürümeye yemin etmiş bu adam” dediler. Buyurdular ki: “Allah Teala bu adama eziyet etmekten münezzehtir.” Ve adama bir bineğe binmesini emretti. 
Yine Efendimiz güneşte ayakta duran bir adam gördü ve dedi ki: “Bu adam ne yapıyor?” Dediler ki: “o gölgelenmemeye, konuşmamaya ve oruç tutmaya yemin etti.” Efendimiz ona gölgelenmesini, konuşmasını, oruç tutsa da iftar etmesini emretti. Ve buyurdu ki: “Siz elinizden gelmeni yapmalısınız. Allah Teala siz sıkılmadıkça sıkılmaz.” 
Hz. Ali şöyle buyurmuştur:

(( إن للقلوب إقبالاً وإدباراً فإذا أقبلت فاحملوها على النوافل، وإن أدبرت فاقتصروا بها على الفرائض ))

[ راجع المائة المختارة للجاحظ، وغرر الحكم للآمدي ص113 ]

“Kalplerin iniş ve çıkışı vardır. Çıktığında onu nafilelere yönlendir. İniş olduğunda farzlarla sınırla.” 

[ Bkz. El-Cahız’ın el-Mietu’l-Muhtar, el-Amidi’nin Gureru’l-Hikem isimli eserleri ]


Beşinci Kural: Utandırmak değil eğitmek…
Rasulullah (s.a.v.) sözleri ve davranışları, ashabına karşı tavırları ile bize İslam davetinin temelinin samimi sevgi, bilinçli bir şefkat ve davetçiye karşı merhamet olduğunu öğretmiştir. Bunun aklî temeli şudur: Çok derin ve kapsamlı bir şekilde bilmek gerekir ki İnsan ruhunun tabiatı güçlü ya da zayıf olabilir, durgun olabilir, ara ara yükselişe geçip düşüşe geçebilir. 
Rasulullah (s.a.v.) Mekke’yi fethetmeye hazırlanırken Hatıb b. Ebi Belta Mekke halkına bir mektup yazdı ve durum bildirdi. Onlara “Rasulullah size saldırmak istiyor dikkatli olun” dedi. Sonra da bu mektubu yolcu olan bir kadınla gönderdi. Rasulullah (s.a.v.)’e vahiy indi ve Efendimiz durumdan haberdar oldu. O (s.a.v.) da Hz. Ali, Hz. Zübeyr ve Hz. Mikdad’ı gönderdi ve şöyle buyurdu: “Falanca yere kadar gidin. Orada mektup taşıyan bir kadın olacak. Mektubu alın ve bana getirin.” Ravi diyor ki: “Böylece yola çıktık ve o bahçeye gittik. Efendimizin belirlediği yere ulaştık. Deve üzerindeki kadını görünce “Mektubu çıkar” dedik. Kadın “bende mektup yok” dedi. Biz de “ya mektubu verirsin ya da elbiselerini çıkarırsın” deyince mektubu saç örgülerinden çıkardı. Biz de onu Rasulullah (s.a.v.)’e getirdik. İçinde şunlar yazıyordu: “Hatıb b. Ebi Belta’dan müşrik Mekke halkına” mektupta onlara Rasulullah’ın haberini veriyordu. Efendimiz ona şöyle buyurdu: “Bu nedir ek Hatıb? Seni bunu yapmaya iten şey neydi?” O da dedi ki: “Ya Rasulallah benim hakkımda acele etme, ben Kureyş’e bağlı bir adamdım. Ama onlardan değildim. Seninle beraber olan muhacirlerin orada korudukları aileleri ve malları vardı. Ben de onları özlediğimden akrabalarımı korumak için onlara destek olmak istedim. Bunu inançsızlığımdan ya da dinden döndüğümden yapmadım.” Bunun üzerine Hz. Ömer “Ya Rasulullah beni bırak bu münafığın başını alayım.” Deyince Efendimiz şöyle buyurdu: “O Bedir Savaşı’na şahit oldu, umulur ki Allah Teala bedir ehlini affetmiştir.” Sonra ashabına dönerek “Ona inanın ve onunla güzel konuşun.” 
Ashabın yaşadıkları büyük bir kalp, geniş bir yürek ve o zayıf andaki derin anlayış meselesiydi. Rasulullah (s.a.v.) bu merhametli tavrıyla ona yardım etmek, başkalarının ona zarar vermesi yerine yanlış adımından onu kurtarmayı hedeflemiştir. Peygamber Efendimiz ve Hz. Ömer arasındaki tavır farklılığının sebebi, Hz. Ömer günahın kendisine bakıp bunu Efendimiz’e ve dinine bir ihanet olarak görmüştü. Efendimiz ise onun bir anlık zaafına bakıp onu anlamış ve merhamet etmişti. 
Altıncı Kural: Akıl ve Kalp ile birlikte hareket etmek.
Rasulullah (s.a.v) bize sünneti ve hayatı ile insanın idrak eden bir aklı ve seven bir kalbi olduğunu aklın gıdasının ilim, kalbin gıdasının sevgi olduğunu, aklın kalbin sahibi olduğunu öğretmiştir. Şöyle rivayet edilir:

(( أرجحكم عقلاً أشدُّكم لله حباً ))

 “Sizin en akıllınız Allah’ı en çok seveninizdir.”  

Eğer akıl ruha bakan göz gibi ise, ilahi hidayet o göz içim bir nurdur. Akıl o nur olmadan hakikati nasıl görebilir? Kalp ve içindeki sevgi insanı harekete geçiren ve onu yücelten bir güç ise, akıl da onu hedefe doğru hareket ettiren bir direksiyondur. Onu sapmaktan ve yok olmaktan korur. 
Öyleyse Rasulullah (s.a.v.) insanın aklına hitap ediyordu. Ebu Ümame’den rivayet edildiğine göre bir genç Efendimize gelmişti, şöyle dedi: “Ey Nebi zina etmeme izin verir misin?” İnsanlar ona bağırdılar. Rasulullah (s.a.v.) ona yaklaştı, hemen önüne oturdu. Ve şöyle buyurdu: “Bunun annene yapılmasını ister misin?” Genç “hayır, Allah beni sana fedai kılsın” dedi. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İnsanlar anneleri için bunu istemezler. Peki kızın için ister misin?” Genç “hayır Allah beni sana feda kılsın” buyurdu. Yine Efendimiz “insanlar bunu kızları için istemezler.” “Peki kız kardeşin için ister misin?” buyurdu. Genç “hayır, canım sana feda olsun.” Deyince Efendimiz “İnsanlar kız kardeşleri için de bunu istemezler.” Buyurdu. Sonra hala ve teyzesi için de sordu. En sonunda Rasulullah (s.a.v.) elini gencin göğsüne koydu ve şöyle buyurdu:

(( اللهم طهر قلبه، واغفر ذنبه، وحصِّن فرجه ))

فلم يكن شيء أبغض إليه من الزنا ".

[ راجع كنز العمال 13614 عن ابن جرير ]

 “Allahım onun kalbini temizle, onun günahlarını bağışla ve ırzını koru ki  

onun için zinadan daha kötü bir şey olmasın.”

[ Kenzu’l-Ummal, İbn Cerir’den nakledilmiştir: 13614 ]

Akla hitap etmek kanaat oluşturur. Kalbe hitap etmek bir duruş oluşturur. Huneyn Savaşından sonra ganimetler dağıtıldıktan sonra kendilerinde bu kanaati bulan ensara hitaben Efendimiz şöyle buyurdu: 

(( يا معشر الأنصار، ألم آتكم ضُلالاً فهداكم الله بي، وعالة فأغناكم الله، وأعداء فألف الله بين قلوبكم ؟.. أوجدتم يا معشر الأنصار في أنفسكم في لعاعة من الدنيا تألفت بها قوماً ليُسلموا، ووكلتكم إلى إسلامكم، أما ترضون يا معشر الأنصار أن يذهب الناس بالشاة والبعير، وترجعوا أنتم برسول الله إلى رحالكم ؟.. عندئذ بكى الأنصار حتى أخضلوا لحاهم ))

“Ey Ensar topluluğu! Ben, sizleri dalâlet üzere bulmadım mı? Sizler fakirlik içinde iken Allah, sizleri benimle zenginleştirmedi mi? Allah, benimle sizi hidayete erdirmedi mi? Sizler, dağılmış haldeydiniz de Allah, sizleri benimle bir araya getirmedi mi? Ensar! İçinizde bu dünyanın parıltısını bulmadınız mı? Ben onunla bazı insanları İslam'a döndürdüm ve sizi İslam'ınıza emanet ettim. Ey Ensar! İnsanların koyun ve develerle gidip, sizin Allah'ın Resulü ile evlerinize dönmenize razı değil misiniz? İşte o zaman Ensar, sakalları ıslanıncaya kadar ağladı.”  

         
      Yedinci Kural: Delil ve Gerekçelendirme
   Rasulullah (s.a.v.) bize kendisine vahyedilenler ile Kuran’ı Kerim’in göklerin ve yeryüzünün yaratıcısı olan Allah’ın kelamı olduğunu öğretmiştir. Allah Teala buyuruyor ki:

﴾ قُلْ أَنْزَلَهُ الَّذِي يَعْلَمُ السِّرَّ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ إِنَّهُ كَانَ غَفُوراً رَحِيماً (6) ﴿

[ سورة الفرقان ]

“(Ey Muhammed!) De ki: “O kitabı göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, çok merhamet edendir.”  

[ Furkan Suresi: 6 ]

Öyleyse Kuran’ı Kerim’in içeriği ile gökyüzü, yeryüzü ve tüm yaratılmışlarla özellikle de insanla kainatın kanunları tam bir uyum içinde olmalıdır. Tıpkı akıl, nedensellik, kesinlik ve çelişmezlik ilkeleriyle, evrenin yerleşik yasalarıyla uyum içinde olduğu gibi. Kuran’ı Kerim’in göklerin ve yerin yaratılışında aklın Allah’ı tanımanın bir aracı ve insan sorumluluğunun temeli olarak kullanılması çağrısı bu uyumu teyit eder. Diğer bir yandan insanın tabiatı, İnsanın fıtratı Allah’a ve ahiret gününe iman, Allah’a itaat ile O’na sığınma, O’nun yakınlığıyla mutluluk duyma hususunda tam bir uyum içindedir. Allah Teala buyuruyor ki:

﴾ فَأَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفاً فِطْرَةَ اللَّهِ الَّتِي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَا لَا تَبْدِيلَ لِخَلْقِ اللَّهِ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ (30) ﴿

[ سورة الروم ]

 “O halde sen hanîf olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.”  

[ Rum Suresi: 30 ]

Dolayısıyla doğru nakil, sarih akıl ve sağlam fıtratın, nesnel gerçekliğin örtüşmediği hiçbir davet kabul edilebilir bir davet değildir sonucuna varıyoruz. Ve bu tebliğ asla başarıya ulaşmaz. Nitekim Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki:

(( إنما الطاعة في معروف ))

[ رواه البخاري 8/47، وسلم 840 ]

 “İtaat iyilikte olur.” 

[ Buhari 8/47 ]


Sekizinci Kural: Emirden önce emreden…
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendisine vahyedilenlerle bize Allah’a ulaşmanın tek yolunun bilgi olduğunu öğretti. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

﴾ وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَالْأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذَلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ (28) ﴿

[ سورة فاطر ]

“İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlardan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”  

[ Fatır Suresi: 28 ]

Kişi Allah’ı kainattaki işaretlerle, yaratılışla ilgili ip uçlarıyla ve Kuran ayetleriyle tanımadıkça O’na itaat etmeye ve sünnete uymaya kendisini motive edecek yeterli korku ve haşyete sahip olamaz. Efendimiz şöyle dua ederdi:

(( الله اقسم لن من خشيتك ما تحول بيننا وبين معاصيك ))

[ ذكره السيوطي في الجامع الصغير، وعزاه للترمذي والحاكم عن ابن عمر ]

 “Allah’ım! Bize, günahla aramıza engel olacak kadar korkundan hisse ver!”  

[ Suyuti Camiu’s-Sagir’de zikretmiştir, Tirmizi ve Hakim’de İbn Ömer’den nakletmiştir ]

Bu sebeple Göklerin ve yeryüzünün yaratılışı hakkında tefekkür etmek Allah korkusuna götüren bir yoldur, bu haşyet de itaate götürür. Bu da iki dünya saadetine sebeptir. Allah Teala buyuruyor ki:

﴾ وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَاباً أَلِيماً (17) ﴿

[ سورة الفتح ]

 “Kim Allah ve resulünün sözlerini dinlerse onları, altından ırmaklar akan cennetlere sokar; kim de yüz çevirirse onu acı bir şekilde cezalandırır.”  

[ Fetih Suresi: 17 ]

Allah’ın emir ve yasakları ile sınırlı kalan onları açıklamaktan öteye gitmeyen her çağrı başarıya ulaşamayan bir davet olacaktır. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:

﴾ سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنْفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ (53) ﴿

 “İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kuran'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?”  

[ Fussilet Suresi: 53 ]

Dr. Muhammed Ratıb en-Nablusi

Metni indir

نص الدعاة

Mevcut Diller

Resmi Gizle